Sepetiniz şu anda boş!
Okula Çocuk, Kışlaya Asker, Fabrikaya İşçi: Zorunlu Eğitimin Disiplin Kodları

İnsanlık tarihi boyunca çocuklar farklı amaçlarla yetiştirildi: Kimi zaman ailenin iş gücüne destek olmak, kimi zaman dini metinleri ezberlemek, kimi zaman da savaşacak askerler haline gelmek için… Ancak 18. yüzyıldan itibaren, bu yetiştirilme şekli köklü bir değişim geçirdi. Sanayi Devrimi ve modern ulus-devletin yükselişiyle birlikte, çocuklar artık “yeni insan tipi”ni üretmek üzere tasarlanmış bir sistemin içine sokuldu: Zorunlu eğitim.
Bugün hâlâ içinde bulunduğumuz bu sistemin görünmeyen kökleri yalnızca fabrikalarda değil, aynı zamanda ordu kışlalarında atılmıştır.
Zil Sesiyle Disiplin: Fabrika mı, Kışla mı?
Modern okul sistemi sanayiyle yakından ilişkilendirilir. Öğrencilerin zil sesine göre hareket etmeleri, aynı müfredatı ezberlemeleri, belirli kıyafetler giymeleri fabrikalardaki üretim modeline benzer. Zil sesleriyle planlanan günler, aslında çocukları bir fabrikanın çarkları gibi işleyecek düzene hazırlar. Duruşları da, kalkışları da bir komutla olur. Çünkü modern çağda bireyden çok, dakik çalışan mekanizmalar kıymetlidir. Ancak bu yalnızca işin yarısıdır.
Diğer yarısı ise askerî disiplindir.
Prusya’da 1763’te Kral II. Friedrich’in uygulamaya koyduğu zorunlu eğitim sistemi, yalnızca iş gücü hazırlamak için değil, itaatkâr asker yurttaşlar yaratmak için planlanmıştır. Prusya, döneminin en güçlü kara ordularından birine sahipti. Ancak savaşlarda asker kaçaklığı ciddi bir sorundu. Özellikle köylü halkın devletin savaş nedenlerini anlamaması (!) ve bu gerekçeleri vatani ve kutsal bir görev olarak addetmemesi işleri daha da zorlaştırıyordu. Bu sorunun çözümü olarak halkın zihnine otoriteyi, hiyerarşiyi ve düzeni kazımak gerektiğine inanılıyordu. Okul, bu zihinsel mühendisliğin aracıydı.
Zil sesleriyle planlanan günler, aslında çocukları bir fabrikanın çarkları gibi işleyecek düzene hazırlar. Duruşları da, kalkışları da bir komutla olur. Çünkü modern çağda bireyden çok, dakik çalışan mekanizmalar kıymetlidir.

Eğitimle Terbiye Edilen Vatandaş
Ordu, emre itaat etmeyen bir askeri kabul edemezdi. Aynı mantıkla, devlet de itaatsiz vatandaş istemiyordu. Okul bu noktada devreye girdi:
- Çocuklara izinsiz konuşmamak,
- Sıralar halinde dizilmek,
- Koro şeklinde devlete itaati pekiştirecek marşlar söylemek,
- Öğretmenin sözüne karşı gelmemek,
- Kılık kıyafet kurallarına uymak öğretildi.
Bu davranışların tümü, kışlalarda uygulanan disiplinin birebir yansımasıydı..
Zamanla okulun içindeki bu disiplin kültürü toplumun geneline yayıldı. Vatandaşın devlete, işçinin patrona, öğrencinin öğretmene koşulsuz itaat etmesi normalleştirildi. Eğitim, yalnızca bilgi aktaran bir alan olmaktan çıkarak, itaat üreten bir makineye dönüştü.
Ruhsal Askerlik
Alman filozof Johann Gottlieb Fichte, 1807 yılında yayımladığı “Alman Milleti’ne Hitabeler” adlı eserinde açıkça şunu söyler:
“Bir ulus, ancak çocuklarının sistemli biçimde eğitilmesiyle kurtulur.”
Fichte, Fransız ordularına karşı direnişin başarısızlığını, Alman halkının dağınık ve disiplinsiz eğitimine bağlamıştı. Ona göre çocuk, aileden soyutlanarak devletin doğrudan yönettiği bir eğitimden geçmeli; bireysel arzularından arınarak topluma hizmet eden biri hâline gelmeliydi.
Bu fikir, 19. yüzyılda Almanya’da askerî eğitim modeline benzeyen okulların yaygınlaşmasına öncülük etti. Yani eğitim, sadece orduya asker değil, aynı zamanda topluma itaatkâr ruhlu bireyler üretmek için düzenlendi.
Zorunlu eğitimin dünya genelinde kabul görmesi ise hiç de kendiliğinden olmadı. Hatta bu süreçte oldukça şaşırtıcı gelişmeler yaşandı. Örneğin, ABD’de demiryolu şirketlerinin patronları, herkes eğitimli olursa çalışacak işçi bulamayacaklarını düşünerek zorunlu eğitime karşı çıktı. Bu kaygıları gidermek için dönemin Amerika’daki ilk eğitim yetkililerinden William T. Harris devreye girdi. Harris, Almanya’daki sistemin “özgür düşünen bireyler değil, yüksek düzeyde disiplinli ve itaatkâr işçiler yetiştirmek” üzere tasarlandığını belirterek onları ikna etti.
Savaşlar ve Eğitim Reformları: Tesadüf mü?
Tarihteki büyük savaşların hemen ardından eğitim reformlarının yapılması da dikkat çekicidir:
- Napolyon Savaşları sonrası Prusya’da okul reformları,
- Amerikan İç Savaşı sonrası ABD’de eyalet temelli eğitim sisteminin oluşumu,
- I. Dünya Savaşı sonrası Fransa’da laik, ulusal eğitim hamleleri,
- II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’da ABD gözetiminde kurumsal eğitim reformları…
Her savaş sonrası, devletin “daha disiplinli”, “daha bağlı” bireyler üretme ihtiyacı öne çıkmış, bu da eğitim sistemlerini askerî mantıkla yeniden düzenleme çabalarını doğurmuştur.

Sistem Benzerliği
- Puan sistemi, askeri derecelendirme gibi işler. Başarılı olanlar “ödüllendirilir”, başarısız olanlar “cezalandırılır”. Yine Endüstri Devrimi’yle birlikte fabrikada üretim bandından çıkan ürünlere geçer veya kalır gibi kavramlarla not verilmeye başlanmıştır. Öğrencinin değerlendirilmesi de aynı yöntemle yapılır.
- Aynı kıyafet zorunluluğu, kimliksizleştirme ile aidiyet duygusunu pekiştiren kışla ve fabrika mantığını çağrıştırır.
- Herkesin aynı anda aynı şeyi öğrenmesi, tıpkı bir askeri birliğin veya bir makinanın dişlileri gibi aynı mekanik hareketlerle çalışan fabrika işlerinin birlikte hareket etmesi gibi organize edilir. Yeni kurulan sistemin makbul insan tanımı; standart ve sisteme senkronize olmuş kul‘dur.
Böyle bir ortamda eleştirel düşünce, bireysel ifade, yaratıcı arayışlar geri plana atılır. Çünkü bu nitelikler, itaat kültürüyle çelişir.
Eğitimin Bağımsızlık İhtiyacı
Modern eğitimin kökeni, yalnızca bilgi aktarmak değil; bireyi standartlaştırmak, itaat etmeye alıştırmak ve sistemin çarkına uyumlu hâle getirmek üzerinedir. Bu sistem hem sanayi toplumunun hem de devletin askerî ihtiyaçlarıyla şekillenmiştir.
Bugün eğitimin bağımsızlığı hakkında düşünce ve eylem üretmek, alternatif eğitim sistemleri hakkında düşünce ve eylem üretmekten daha önemli ve önceliklidir.
Eğitim bağımsızlığı, sadece “okulların özerkliği” değil, aynı zamanda bilginin iktidardan arınması demektir.
Eğitim, tek doğruyu öğreten değil, çelişkileri ve farklı bakışları gösterebilen bir alan olmalıdır.
Devletin eğitime müdahalesi genellikle “millî birlik” ya da “ahlâki değerler” adına meşrulaştırılır, ancak bu müdahale düşünce tekliğini getirir.
Bu nedenle bugün asıl ihtiyacımız olan, çocuklara hangi bilgiyi nasıl vereceğimizden önce, o bilginin kim tarafından ve hangi niyetle belirlendiğini sorgulamaktır.
Gerçek anlamda özgürleştirici bir eğitim, devletten ya da herhangi bir ideolojiden bağımsız; eleştirel düşünceyi, çeşitliliği ve insanın kendi aklını kullanma cesaretini teşvik eden bir yapı olmalıdır. Ancak bu şekilde, eğitimi gerçekten insanileştirmek ve onu tahakküm aracı olmaktan çıkarmak mümkün olabilir.
Betül Sönmez Öztekin
by
Tags:
Bir yanıt yazın