Zor(lanan) ve Sıradışı Çocuklar
Bazı çocuklar coşkuyla bir “yaşam şarkısı” tutturmuş giderken, bazıları “yaşam sancısı” çekerler, matem ve isyan hali sürekli onları tökezleten bir döngü haline gelir.
Hayatı güle oynaya karşılayan, değişiklikleri yumuşak bir şekilde geçen, yaşama uyumu kolay, ebeveynin yanında huzur bulduğu çocuklara eşlik etmek kolaydır.
Peki ya “zor” dediğimiz, aslında “zorlanan” çocuklara eşlik etmek o kadar da kolay mı?
Diğerlerine göre daha hassas, kırılgan, duyarlı, meraklı, coşkulu, anlaşılmadığında ise haddinden fazla öfkeli bu çocukları yeterince tanıyıp ayırabiliyor muyuz diğerlerinden?
Anne-babalar olarak bizi biraz zorlayan çocuklarımızı “Zor Çocuk” olarak etiketlemeye meyilliyiz.
Örneğin 2 yaş sürecinin her çocuk için zor olduğunu bilmeyen bir anne, çocuğuyla inatlaşıp sürtüşerek onu zor bir çocuk haline getirebilir.
Bu yazı dizisinde bahsedeceğim çocuklar, ailesinin eksik bilgi ve yanlış davranışları sonucu, zorlaşmış çocuklar değil.
Bunun altını kalın çizgilerle çizmeliyiz. Konumuz; zorlanan ve sıradışı olan çocuklar.
Araştırmalar bunun hem mizaçla hem de beyinle doğrudan ilişkili olduğunu söylüyor. Yani, bu çocukların beyinleri uyaranlara karşı daha hassas ve açık. Beş duyu organları, normalden daha fazla veriyi detaylı ve derinlemesine alıp beyne iletiyor. Bunlara vestibüler (hareket ve denge) ve propsiyosepsion (vücut farkındalığı) duyularını da eklediğimizde onları anlamamız daha kolay oluyor.
Örneğin, acı çeken insan resimlerine baktıklarında, FMRI cihazı, ayna nöronlarının daha aktif olduğunu gözlemliyor.
Temel felsefe şu; “Çocuklar eğer yapabiliyorlarsa bir şeyin en iyisini yaparlar.” Yani herkes gibi gülüp geçemiyorlarsa, takılıp kalıyorlarsa burada “farklı” bir durum var.
Prof. Dr. Ross W. Greene’a göre, “Bu çocuklarda bazı beceriler gelişmemiş.” Yani beynin stresi tolere etme, zorluklarla mücadele etme, problem çözme vb. bir takım becerileri diğerlerine göre daha “gelişmemiş.”
Gelişebilir mi? Tabii ki. Ama daha zor ve uzun bir süreçte.
Peki bu çocuklarda iyi bir potansiyel ve güzel bir gelecek umudu yok mu?
Elbette.
Yaptıkları sıradışı şeyleri hayranlıkla izlediğimiz, kararlılık ve cesaretlerini takdir ettiğimiz yetişkinlerin çoğu işte bu sıradışı ve zorlanan çocuklardan oluşuyor.
Zor(lanan) ve hassas çocuklarımızı tanımaya ve anlamaya çalışmak hepimiz için önemli. Ebeveynin “Ben neyi eksik yapıyorum, neden çocuğuma yetemiyorum?” yakınmaları bir nebze diniyor ve çocuğuna yardımcı olmanın yollarını aramaya başlıyor.
Çocuğunuz diğerlerin göre daha farklı ve sıradışı. Beynindeki ve duyularındaki farklılık (fazlalık) onun yaşama uyumunu zorlaştırıyor. Ebeveynin bunu kabul etmesi ilk adım. Çünkü bunu kabullenmek demek otomatik olarak diğer bütün tezlerin çürümesi demek. Hani bilirsiniz şu “Bize inat mı yapıyor, neden damarıma basıyor, neden bu kadar bencilce kendi isteklerini tutturuyor?” tezlerini. Ve sadece zorlayıcı davranışa odaklandığımız “Saatlerdir uyumadı, ağladı, susmadı, unutmadı” dediğimiz o kriz anlarını.
“Çocuğumun benim yardımıma ihtiyacı var” demek, onu anlamaya ve hayatı hepimiz için kolaylaştırmaya dair ilk adım.
Araştırmalara göre zor(lanan) ve sıradışı çocukların ebeveynlerinden en az biri çocuğuyla aynı özellikte. Yani bir çeşit “gen aktarımı.”
“Hep annesinin/babasının yüzünden” demek için bilimsel sebeplerimiz de var yani.
Bu aslında iyi bir durum, çünkü sıradışı ebeveyn kendisine benzeyen çocuğunu daha kolay anlayabiliyor.
Kötü haber ise, sıradışı ebeveyn kendisiyle barışık değilse sıradışı çocuğuna karşı daha öfkeli ve toleranssız olabiliyor. Kendisine olan kızgınlığını, çocuğu üzerinden devam ettirebiliyor.
O halde Zor(lanan) ve Hassas Ebeveynlere de bir göz atalım.
Hassas çocuklarda akran zorbalığı konusunu da es geçmemeliyiz, dilerseniz seminer notlarımıza göz atabilirsiniz.